7 Eylül 2013 cumartesi sabahı 9.30 gibi Sakız Adası‘na hareket ettik. Birçoğunuzun bildiği gibi bu adaya Çeşme‘den kalkan motorlarla gidiliyor. Bizim vizemiz vardı fakat Saygıncımların olmadığından kapıda vize için biraz bekledik. İçeri girmemiz 11.45’i buldu. Sonrasında bir müddet de eşlerimizin kiralık araç bulmasını bekledik.
Önce kalacağımız pansiyona gittik. Ancak google maps’te birileri pansiyonun yerini yanlış işaretlemiş. Tanımadığımız insanların evlerinin avlularına girip kornaya bastık filan. Adam tüfekle çıkıp bizi kovalasa ne yapardık bilmiyorum.
Su çarkı
Sonrasında başka bir mekana sorarak pansiyonumuz Manganos Hotel’i bulduk. Portakal bahçeleri içinde güzel avlulu, su çarkı olan küçük bir pansiyon…
Manganos Hotelemborio
Yerleştikten sonra Lithi‘ye gitmek için yola çıktık. Ancak yolu hemen bulamayınca, bir de açlık artınca yakınlardaki Emborios‘a gidelim dedik. Yemek yediğimiz restoranın adı Volcano (Hephaistos).
Volcano Taverna
Grek salatası, cacık, mastelo peyniri, kalamar tava, aterina (küçük gümüş balığı), ızgara karides sipariş ettik. Aterinalar küçük olduğu için kafasıyla ve temizlenmeden kızartılıyor bu yüzden tadı biraz acıydı. Kalamar çıtır çıtırdı. Karidesler de iyiydi. En başarısız salataydı. Yarım litre de şarap içip 48,5 euro hesap ödedik.
Kalamar tava
Izgara Mastelo peyniriaterinaızgara karides
Emborios çok sessiz bir koy. Birkaç ev dışında bir şey yok. Biraz ilerideki Mavra Volia plajında denize girdik. Plajın sahili volkanik siyah taştan oluşmuş. Gayet berrak suları vardı, çok keyif aldık. Dönüş yolunda dış cephesi değişik desenli evlerin bulunduğu Pirgi köyünden geçtik.
Emborio
Emborio’dan da denize girilebilir gibi geldi bana ancak dibi çakıl ve bol bol deniz kestanesi var. Deniz ayakkabınız varsa şansınızı deneyin.
EmborioMavra Volia plajı
Akşam yemeği için Hotzas isimli tavernayı tercih ettik. Mekanın arka tarafında bir iç bahçesi var. 8.30 civarı oturduğumuzda kimse yoktu ama sonrasında kalabalıklaşmış. Burada börülceli salata, ot salatası, keçi eti tandır, fava, o güne özel yapılmış olan mandalinalı kurufasulye, otlu mantar ve feta peynirli patlıcan sipariş etmiştik.
Mandalinalı kurufasulyekeçi tandırmantarlı ot
Ama sonra ben bunları yiyemeden hastalandım. Saygın ve Sümeyra biraz yiyebilmişler Allah’tan… Apar topar hastaneye gittik, acillerde bekledik. Gece 12’de serumlar yedim.
Bu yüzden sabah çok erken kalkamadık. Önceki gün gidemediğimiz Lithi’ye doğru dağların arasından ilerledik. Çeşme manzaralı bir tepede durup fotoğraf çekildik.
Elinda koyuElinda koyu
Bol virajlı yollardan sonra nefis bir koy olan Elinda’ya geldik. Taşlık bir plaj, rüzgar tersten estiği için suyu durgun ama soğuk. Emre şnorkelle gezdi ve dibinde kocaman balıklar olduğunu söyledi. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir koyu ıssız görmemiştim. Çok beğendim. Emre, Saygın ve ben yüzdük ama Sümeyra üşüdüğü için o girmedi.
Elinda koyu- tepeden
Oradan Lithi’ye devam ettik. Elinda ile Lithi arasında küçük ama acayip güzel bir koy daha gördük. Emre’nin aklı o koyda kaldı. Lithi kumsal ama çok dalga alıyordu biz gittiğimizde. Saygın ve Sümeyra burada yüzdüler sonrasında yemeğe geçtik.
Lithi koyu
Arkadaki tavernalardan birine rast gele girdik. Mekanın ismi Vasili. Grek salata, radika, sirkede ahtapot, kızarmış mastelo peyniri, 4 tane küçük barbun ve kabak mücveri yedik.
radika ve grek salata
Siparişimiz alan yaşlı amca, sanırım Vasili kendisi oluyor 🙂 mücvet mücvet diyerek kabak mücverini bize tavsiye etti 🙂 O zamandan beri bizim evde mücverin adı mücvet.
sirkede ahtapotMücvet 🙂
Bunların yanında yarım litre de beyaz şarap söyledik. Barbun 670 gr geldi, kilosu da 48 euro civarıydı. Tüm hesap 65 euro tuttu. Şarap ucuz ama balık pahalı yorumunu yaptık. Radikayı çok beğendik. Ahtapot da sirkeli olduğundan normalde sert olan Yunan usulü ahtapotlara göre çok yumuşaktı. Genel olarak burayı beğendik.
Dönmeden önce merkezden sakız reçeli, sakız likörü, tarçınlı sakız likörü, mastelo peyniri ve sakızlı lokum aldık. Motora binmeden de sakızlı gazozlarımızı alıp motor da yudumladık.
Vaktimiz olursa Sakız’a bir daha gitmeyi düşünüyoruz.
Heraklio’ya (Türkçesi Kandiye) öğleden sonra 13 gibi vardık.
Girit’te üç havaalanı var. Biri Hanya’da batıda, biri Heraklio’da ortası sayılır, biri de Sitio’da adanın doğusunda. Biz Heraklio’yu tercih ettik ancak Hanya’ya gitsek daha iyi olurmuş çünkü oraları gezdik ağırlıklı olarak. Girit’e Aegen Airlines ile uçabilirsiniz. Çok sık uçuş var. Üstelik pır pır uçakla filan değil Airbus ile uçuyorlar. 40 dk filan sürüyor uçuş.
Atina’ya uçmadan birkaç gün önce Girit’te 6.4 şiddetinde deprem olmuştu. Acaba tatili iptal mi etsek filan demiştik ama sonra vazgeçtik. Ama tatil boyunca deprem hep aklımızdaydı. Özellikle tek tarafı uçurum olan yollardan geçerken normalden daha fazla korktuk.
Havaalanındaki yerel şirketten 5 günlüğüne 110 euroya araba kiraladık. Bu fiyat sezon sonu olduğu için uygun tabii. Harita elimde birkaç kez yolu şaşırdık ama bir şekilde oteli bulduk. Hemen denize yakın ana çarşılara 10 dk mesafade Kronos isimli bir otel. Gecelik 50 euro olduğu için tercih ettik. Otel idare eder ama büyük beklentilerle gitmeyin. Madem öğle vakti geldik denizi kaçırmayalım diye hemen mayolarımızı giyinip arabayla yola koyulduk. Şehre birkaç km’de güzel sakin bir plaj bulmuştum Ligaria isminde oraya gittik. Sahil ve denizin içi çakıllıydı ancak deniz temiz ve çok hafif dalgalıydı. Burayı da koy olarak tavsiye ederim.
Girit’te gezilecek o kadar çok koy var ki… Gitmeden önce www.cretanbeaches.com adresinden plajlar belirlemiştim onları tercih etmeye çalıştık. Size de tavsiye ederim. Biz adanın güneyine inemedik bile, ada gibi değil zaten başlı başına bir mini ülke olabilir. 1 hafta gezseniz yine de bitiremezsiniz. Özellikle güneyinde de çok güzel plajları varmış.
Trekking severler içinse yine adanın güneyinde Samarian Gorge isimli bir kanyon var orayı tavsiye ederim.
Ligaria
İlk akşam yemeğimiz için Ladokolla isimli mekanı tercih ettik. Mezelerden ortaya karışık bir şeyler söyledik. Fena değildi gidilebilir. Melanzanosalata yani patlıcan salata dediğimiz meze onlarda da var. O kadar ada dolaştık iki tane birbirinin aynı şekilde yapılanına görmedik. Buradakinde közlenmiş biber falan da vardı. Bazılarında maydonoz veya domates filan koyuyorlar.
Heraklio sahilinden manzara – yamuk çekmişim
Akşam merkezde biraz dolandık. Buradaki ortam çok ilginç. Gençler çarşının meydanında gruplar halinde toplanıp ayakta duruyor ve muhabbet ediyorlar. Saat 10’dan sonra içki içilen mekanlar insan kaynıyor. Meydana bakan barların bistro masaları dışarıda ve herkes kesişiyor. Girit’te üniversite olduğunu biliyor muydunuz? Biz öğrenince çok şaşırmıştık.
Aslanlı Çeşme
Sabah kahvaltıdan sonra ilk işimiz benim yenecek de yenecek diye tutturduğum bugatsa’cıya gitmek oldu. Bugatsa diye yazılıyor ama poğaça gibi okunuyor. Heraklion’un çarşısının ortasında tarihi aslanlı bir çeşme var. Hemen orada yan yana iki pastane göreceksiniz. Birinde Kipkop yazıyor, aslında Kirkor diye okunuyor. Orası bugatsayı en iyi yapan yermiş. Bu bir tür tatlı, biraz laz böreğini andırıyor, dışı milföylü gibi çıtırımsı, içi kremamsı ve yumuşak. Sıcak servis ediliyor. Üzerine tarçın ve pudra şekeri döküyorlar. Emre pek beğenmedi ama ben çok sevdim. Yöresel lezzet arayanlardansanız uğrayın. Bugatsa ile kavuşmam Rum ev sahibimiz sayesinde neredeyse 3 yıl sonra Amerika’da olacakmış, tabii o zamanlar haberim yok. 🙂
Bugatsa
Burada değil ama Resmo’da bir de elle kadayıf döken yaşlı bir usta varmış, onu bulmak için vaktimiz olmadı. Sizin belki şansınız olur. Aklınızda olsun.
manzaralı yollar
Heraklion’dan Hanya’ya gitmek için sabah yola koyulduk. Heraklion’a yakın bir plajda bir yüzme molası verdik. Plajın ismini not almamışım ama Mononaftis olduğunu tahmin ediyorum. Ara ara güneş gittiğinden gözümüz hep bulutlardaydı. Bu plaj da kumlu ve sığ olması sebebi ile aileler için uygun.
Yola devam ettik ve hava biraz kapandı. O gün yolda olduğumuz için sevindik hiç değilse güneşli günde yolda değiliz dedik. Hanya’ya rezervasyonsuz gittik. İlk beğendiğim pansiyonda yer bulamadık. Sonraki otelde yer vardı ve gayet beğendik. Otelin ismi Palazzo Duca, gecelik 60 euro fiyatı vardı. Sanırım kahvaltı da dahildi. Kesinlikle tavsiye ederim. Hanya’nın tam göbeğinde meşhur Tamam Restoran’ın çaprazında 🙂
Hanya
Hanya o kadar güzel bir şehir ki! Eski küçük evleri ve sokakları yerli yerinde. Sıcacık bir havası var. Kesinlikle kaybolmak isteyeceğiniz ara sokakları var.
Hanya – Yalı Cami
Tamam Restoran
İlk akşam yemeğimizi Löplöpçülerin tavsiyesi olan Tamam Restoran’da yedik ve tatilin geri kalanındaki yemeklerin hiçbiri o seviyeye ulaşamadı.
Fırında Oğlak
Eşim fırında oğlak söyledi, ben de şaraplı tavşan söyledim. Ortaya gelen salata güzeldi ama dereotlu olmasaydı ben daha mutlu olacaktım. Hayatımda ilk kez tavşan yedim ve çok beğendim. Eşimin keçisi ise kesinlikle kokmuyordu ve ağızda dağılıyordu.
Şaraplı tavşan
Semih Bey’in tavsiyesi olan ahtapot yoktu ama diğer yemekler muhteşemdi. Bizden başka 2 Türk aile daha geldi mekana. Sonraki gecelerde bayramın başlamasıyla birlikte birçok Türk’ü daha gördük bu restoranda.
Afrata koyu
Ertesi sabah eşime seni küçük ve kimsenin bilmediği bir plaja götüreceğim dedim. Şaşırdı tabii. Yine düştük yollara, batıya doğru ilerledik. Köylerin ve bu sefer derin koyakların arasından geçerek Afrata koyuna geldik. Girit çok büyük bir ada, belki ikiyüzden fazla koyu vardır ama öyle meşhur ki ekimin sonunda bile o küçücük koyda bizden başka 5 araba daha vardı. Rüzgar çoktu ama koy rüzgar almadığından rahat rahat yüzdük. Sonrasında arkadaki küçük tavernada patates kızartması, dakos ve yunan salatası ve bira ile öğle yemeğimizi yedik. Dakos Girit’e özgü bir meze diyebiliriz. Sert ekmek üzerine domates, feta peyniri ve zeytinyağı konuyor. Domatesin suyu ve zeytinyağı ekmeği yumuşatıyor ve hoş bir lezzet ortaya çıkıyor.
Afrata koyu
Öğleden sonra 3 gibi Elafonisi plajına gitmeyi düşündük ancak hava bozup atıştırmaya başlayınca vazgeçtik. Dönüş yolunda şaraphane var hadi girelim diyerek adını sanını bilmediğimiz mekana daldık.
girit- kara kara bulutlar denize girmemizi engelledi
Mekanın harika çıktığını söylemek isterdim ama çok başarılı bir yer değildi. Bizi karşılayan adam Feridun Düzağaç’ın Yunanistan şubesi gibiydi. Biraz içeride gezdik, genelde düşük kalite şaraplar yapıyorlar.
şarap dolumu
Plastik şişeye doluyordu çoğu. Üst kattaki tadım odasında birkaç tane denedik sohbet edip ne kadar da aynı olduğumuzdan bahsettik. Sonrasında ayıp olmasın diye iki şişe şarap aldık. Çok pahalı olur falan demiştik ama şişesine 3 euro verdik.
ben kısaca FD 🙂
Adı Pnevmatikaki, ucuz ve orta karar bir şarap isterseniz uğrayın. Aslında Girit’te çok güzel şaraphaneler var. Biz gezimizde denize odaklandığımız için güzellerine gidemedik ama siz küçük bir araştırma ile bunlara ulaşabilirsiniz.
Sfakian pie – ballı gözleme gibi bir şey
O geceki yemeğimizi ise Chrisostomos isimli mekanda yedik. Burada büyük umutlarla sipariş ettiğimiz keçi yemeği kokulu gelince bitirmekte zorlandık.
Kokulu keçi 🙁
Girit’te güzel bir adet var. Her yemeğin sonunda eksiksiz tüm restoranlarda rakı dedikleri anasonsuz sert içki geliyor. Rakı ya da yanılmıyorsam diğer adı ile tsipuro, grappa gibi şaraplık üzümlerden arta kalanların damıtılmasıyla yapılıyor.
Rakı ve tatlı ikramı
Yemeğe gitmeden önce Hanya feneri:
deniz feneri – hanya
Aslında o geceki yemek için hayalim Thalassino Ageri isimli balıkçıydı ama mevsimden ötürü korkunç bir fırtına vardı ve mekan da bu yüzden kapalıydı. Belki siz denersiniz ve yorumlarınızı paylaşırsınız?
thalassino ageri
Girit’in en güzel plajı bence Balos. Ama ulaşması en zor olanı da o.
Balos’a gitmeden önce internette yolun çok kötü olduğunu okumuştum. Ancak ulaşım aracına dair iki farklı görüş vardı; birisi sakın jip almadan gitmeyin diğeri ise yol kötü ama jip şart değil şeklindeydi. Eşim de biz gideriz dert etme dedi ve minnak Nissan Micra’mız ile Balos yollarına düştük.
Balos yollarında
Kötü yola girmeden önce kişi başı 4-5 euro gibi bir şeyler verip bilet alıyorsun, sanırım milli park statüsünde bir yer burası. Bileti kesen kadın yolun 7 km olduğunu söyledi. Biz o yedi kilometreyi 45 dakikada gittik. 🙂 Yol toprak, yer yer beton dökülmüş ama yine de yağmurlar yüzünden sol taraftaki tepeden çamurlar kayalar yolun üstüne akmış. Hep yokuş yukarı ve iki araba zor sığıyor. Sağ taraf ise denize bakan uçurum. Manzara çok güzel fakat akıllardan çıkmayan soru şu; araba bozulursa ne yaparız dağın başında? 45 dakikanın sonunda bir tepeye geldik. Arabayı bıraktık. Bundan sonrası yürüyerek. Hemen önden giden bir grubun peşine takıldık.
Balos yolunda
Emre önümde, sabah 10 filan gibi dağların arasından ilerliyoruz. Denize yaklaştığımızı düşündüğüm anda gözümü Emre’den ayırmadım çünkü denizi gördüğündeki şaşkınlığı ve beğeniyi görmek istiyordum. Gördüm de 🙂
Geldiğimiz yol
İşte Balos!
Balos doğal bir lagün. Sadece tek tarafından su girişi var, orta kısmındaki su havuz gibi ve en fazla bele kadar geliyor.
Balos – Girit
Balos
Balos
Sezon sonu diye mi bilmem ama büfede fazla yiyecek bir şey yoktu mümkünse kendiniz bir şeyler getirin.
Balos
Böyle de küçük su lagüncükleri oluşmuş. bunlarda yüzen birkaç kişi gördük. Çok imrendik ama geri çıkamayız diye girmedik.
Balos
Balos
Burası denizi lagünden ayıran doğal kaya oluşumu:
Balos
balos
Öğlen 2-3’e kadar Balos’ta takıldık. Balos’a gelmenin bir yolu daha var. Araba kullanamıyorum derseniz kişi başı 19 euro civarında para vererek Kissamos’tan kalkan teknelerle gelebilirsiniz. Önce kara yoluyla ulaşılamayan Gramvousa Adası’na uğruyor tekne, ki orası da harikaymış, sonra 2 civarı Balos’a yanaşıyor, akşam da yine aldığı yere bırakıyor. Gördüğünüz gibi tekneciler etrafa çil yavrusu gibi dağılırken biz kaçtık.
Dönüşte Balos’un çıkışındaki küçük bir köy meydanın olduğu yerdeki bir mekanda bir şeyler atıştırdık. Sonrasında güneşin denize battığı plaj olan Fallasarna tarafına geçtik.
Fallasarna
Fallasarna’ya bir tepeden iniliyor ancak plajın hemen arkası seralar ile dolu. İnternette bu plajın da iyi olduğunu söyleyenler var ancak birileri de seralardaki ilaçlı suların buraya aktığını söylemiş. Biz sadece buraya tepeden bakan bir restorana gidip güneşin batışını izledik ve hakiki Yunan birası Fix içtik. Ne yazık ki hava az bulutlu olduğundan istedğimiz görüntüye ulaşamadık. 🙁
Hakiki Yunan birası Fix!
Kahrolsun bulutlar!
O geceki yemeğimizi To Xani isimli mekanda yedik. Çok kötü değildi ama çok mükemmel de değildi.
Girit’e özgü bir çeşit soğan turşusu
Toprak kaplar hoş olmuş
Canlı müzik
Sonradan pişman olduk neden Cevriye Hanım şarkısı istemedik diye. Hatırlamak isteyenler için aşağıda paylaştım. Yunanca orijinal ismi ise Katerina Mou:
Son günümüzde diğer bir meşhur plaj Elafonissi’ye gitmeye karar
veriyoruz. Eşimin söyleyemediği haliyle elafonidis 🙂 Balos’tan sonra aynı güzelliği bulamayacağımızı düşünüyordum ama Balos’u aratmadı gerçekten. Plajının kumu pembe renkli. Evet bildiğiniz pembe. Milyarlarca küçük deniz kabuğunun ufalarak kum haline gelmesi ile oluşurmuş bu pembe kumlar.
Elafonissi
Buranın özelliği de lagünümsü olması. Ortada çok sığ kumluk bir alan var. Küçük Çocuğu olanlar burada rahat eder, büyükler içinse hafif dalgalı asıl denizin olduğu kısım var. Dibi kum ama hemen derinleşiyor.
Elafonissi
Gayet temiz ve keyifli. Plajda şemsiye kiralayabileceğiniz gibi kuma hasır atıp oturabilirsiniz de.
Elafonissi
Burada bir de sürpriz yaşadık. Biz biraz etrafı keşfe çıktık. Kum tepeleri minik minik koylar yaratmış. Sahilden yürüdük ve birkaç koy sonrasında bizden başka üstsüz bir teyze ile amcanın olduğu yere havlularımızı serdik. Ancak 15 dakika sonra amcanın anadan üryan olduğunu, 10 dk sonra ise teyzenin de bikinisinin altını çıkardığını gördük. Ben nüdistler olduğunu internette okumuştum ancak kalabalık bir plajda karşılaşmayı beklemiyordum. Yerimizden kalkmadık. Birkaç saat sonra başka bir nüdist grup geldi. Ama rahatsız olmadık kendi hallerinde takılıyorlar zaten.
Elafonissi
Uçağımız Heraklion’dan kalkacağından saat 3 civarı dönüş yoluna koyulduk. Yanımızda atıştıracak çok bir şey de kalmadığı için son bir gayret yemek yemeden dayandık. Nasılsa Heraklion’da otele eşyaları atar rahat rahat yeriz yemeğimizi demiştik. Ancak otele vardığımızda yer olmadığını öğrendik. Başka otel bulmak içinse internete ihtiyacımız vardı. Biz de eski otelimizin dibinde dikilerek lobisindeki ücretsiz wi-fi’den yararlanarak kendimize yeni bir yer bulduk. 🙂 Bir gece kalacağımız için sıkıntı etmedik ancak yeni bulduğumuz otelin içi eskiydi. Ne yazık ki otelin adını not almamışım.
Akşam yemeğinde birkaç gün önce yediğimiz yerin az ötesindeki “ouzeri tou terzaki”yi tercih ettik. Sezon sonu olduğundan mekan çok sakindi. Yemekler fena değildi. Yunan Adaları’nda deniz ürünü yiyecekseniz dikkat etmeniz gereken bir şey var. Kanun gereği dondurulmuş deniz ürününü belirtmeleri gerek. İngilizce menülerde de yazıyor yanında frozen diye. Yunancada is kat kelimesine dikkat edin. Biz çoğu yerde menüde donmuş yazısını görünce deniz ürünü tercih etmedik. Aklınızda olsun.
Sabahın köründe kalktık, sağolsun resepsiyondaki görevli erken yola çıkacağımız için bize kahvaltı hazırlatmıştı. Havalimanı 2 km uzakta olduğundan çok da zamanı sıkıntı yapmadık. Ancak yanılmışız. Hayatımızın en büyük paniğini yaşadık sanırım. Fakat Atina’da başımıza gelecekleri önceden bilebilseydik dönmek için acele etmezdik.
Şehrin içinden havalimanına ulaşmaya çalışırken bir noktadan sonra tabelalar kayboldu ve ters yöne gitmeye başladığımızı fark ettik. Sabahın köründe etrafta kimse de yok!! Yolda bir teyze gördük. Airport! Airport! diye bağırdık. Kadın anlamayınca Atina’daki broşürde görüp öğrendiğim “aerodromio” kelimesini söylemesini istedim eşimden. Teyze bu sefer anladı ve yolu gösterdi. Ama saptığımız yol tam ortadan 1 metre yüksekliğinde betonla ayrıldığından bir türlü geri dönüş yapamıyorduk. 5 dakika kadar böyle gittikten (bu sırada panik bizi esir almıştı çoktan) sonra bir göbeğe geldik, u dönüşü yaptık. 5 dakika sonra havalimanını ulaştık ve rahatladık.
Bu arada ben Yunanca bilmiyorum ama 92 yılından beri her yaz Çeşme’ye gideriz ve o eski yıllarda Türk tv kanalları pek çekmezdi. Ben de Yunan kanallarını izleyerek, sayı saymayı, haftanın günlerini ve büyük harfleri okumayı kendi kendime söktüm. Bu nedenle de havalimanındaki broşürü okumayı başardım. 🙂
Uçağa zamanında yetiştik. Asıl sorun Atina’da çıktı.
Bir aksilik rötar vb olur diye Girit – Atina uçağını erken saate almıştık. Önce Pegasus kontuarı açılmak bilmedi. Uçuşa 1,5 saat kala anca açıldı. En erken biz gelmiş olmamıza rağmen yine sıra bekledik. Kalkış saati geldiğinde kapılar hala açılmamıştı. Saat altı civarı uçağın tekerinde sorun olduğunu, bu durumda uçuşun büyük risk taşıması sebebiyle teker değiştikten sonra kalkış olacağını belirten anonsu duyduk. 2 saat kadar tekerin değişmesini bekledik. Yine bir anons, Yunanistan’da bizim uçağa uyan teker yok. Thy’nin gelen uçağı ile teker getirteceklermiş. Saat 22.00’ye kadar bir gelişme beklemeyin! Haydaaa! Bayramın son günü! Ertesi güne hazırlamam gereken sunum var! Hesabıma göre akşam en geç 8 de eve varsam 12’ye kadar halledeceğim ama ben daha Atina’dayım. Bu sırada isyan bayrakları açıldı. Herkes höykürecek yetkili arıyor. Bütün gece boyunca hiç Türk yetkili gelmedi, sadece Yunanlarla muhatap olduk. Bir müddet sonra yemek kuponları dağıtıldı, gittik Mcdonalds’da yedik. Saat 10 civarı birileri geldi dedi ki; Thy ile teker gelemedi, sizi saat iki’de İzmir’den uçak gelecek ona bindireceğiz. Haydaa! Bu noktada artık otelde kalabilirsiniz dediler, isteyen otele gitti. Biz gitmedik, eşim kucağıma uzanıp uyudu. Ben de elimdeki Stephen King kitabını (300 sayfa falandı galiba) okuyup bitirdim. İzmir’den uçak sabah 4’te geldi. İçeride önce hostes sonra kaptan açıklama yaptı. Thy’nin tekeri kabul etmediğini söyledi ki tam onlardan beklenecek hareket! Ama tabii ne kadar doğru bilemeyiz. 04.30’da kalkış yaptık. 6.30’da evdeydik. 7’ye kadar yarım saat kestirip işe gittik!
Tüm bunlardan sonra Pegasus’a şikayet dilekçemizi yazdık. Birkaç gün sonra cevap geldi, meydana gelen aksaklık sebebiyle kişi başı 250 euro ödeme yapabileceklerini söylemişler. Biz de kabul ettik ve kendilerini affettik. Yaklaşık 1 ay sonra da ödemeyi gerçekleştirdiler. Seyahatimiz çok güzeldi ama sonu biraz yorucu oldu.
2013 Ekim ayında bayram tatilinden önceki pazartesi günü izin alarak 1 haftalık bir tatile çıktık. Bu tatili belirlerken asıl amacımız denize girebilecek kadar sıcak bir yere gitmekti. Sonuçta yeterince güneyde olduğunu düşündüğümüz Girit’e gitmeye karar verdik. Tartışmalar sırasında Zakintos da gündeme geldi ama sonraya ertelendi. Türkiye’den Girit’e direkt uçuş olmadığı için de Atina aktarmalı gitmek durumunda kaldık. E dedik o zaman Atina’yı da görelim.
Atina’ya Pegasus ile uçtuk. İzmir kadar yakın bize aslında 1 saatlik uçuş sonrası oradaydık. İlk anda şehre giden trene nereden gideceğimizi bulamadık, kısa bir dolandık ve information desk’i bulup onlara sorduk. Aslında yeri kolay, ana kapıdan çıkıp karşıya geçince asansörle gidiliyor. Ben gitmeden ulaşım işini araştırmıştım. Havalimanındaki gişeden günlük havalimanı treni dışında her araçta sınırsız geçen biletlerimizi 20 euroya aldık. Bu bilet havalimanına bir gidiş bir de dönüş hakkı veriyor. Tek almak istesek 8 euro, gidiş dönüşlü alsak 14 euroya gelecekti, aslında 6 euroya 3 gün sınırsız indi bindi yapmış olduk.
Otelimizi çok merkezi seçmiştim. Syntagma (sintagma okunuyor) meydanına 5 dakika. Best Western oluşuna güvenmiştim ama yeri dışında çok başarısızdı. Oda bir kere güneş almıyor, apartman boşluğuna bakıyor. Bir girdik içeri 15-20 tane sivrisinek tavanda asılı takılıyor. Eşimi çok fena yer bu sinekler. Mecburen önce sinek avına çıktık. Sonrasında Culinarybackstreets’te bulduğum otele 2 dakika uzaktaki O Tryandafilo isimli ev yemekçisine gittik. Porsiyonlar büyük ama lezzet orta karardı. Ben biber dolma söyledim Emre’nin yemeğini hatırlayamadım. Bu fiyata TR’de çok daha güzel ev yemeği yersiniz. Ama yakın oluşu işimize geldi.
Eşimle en sevdiğimiz şey gittiğimiz ülkenin meşhur meydanında oturup insanları seyrederek bira içmek. Atina’da benim tercihim Yunan craft birası Septem Honey Ale oldu. Eşim ise Fransizkaner içti. Syntagma çok hareketli Atina’nın taksimi diyebiliriz. Kaykay yapanlar, rollerbladeliler, gelenler geçenler, bizim gibi oturup dinlenenler… Aklınızda olsun burada da bir eylem filan olunca Sytagma’da gerçekleşiyor. Bira sonrası, İstiklal gibi olan Ermou caddesinden yürüdük Monstraki’ye kadar. Buralar da çok kalabalıktı. Sanırım cumartesi akşamı olduğu için. Yine ara yollardan yürüyerek otelimize vardık.
Syntagma Meydanı’nda Yunan askerleri
Otelin odası kadar olmasa da kahvaltısı kötü. Ama daha kötü kahvaltılar da gördüğümüz olmuştu 🙂 Hava sıcaklamadan meşhur akropol’ü görmek için kendimizi dışarı attık. Metro ile ulaşım çok kolay oluyor. Yalnız aklınızda olsun metroda çok fazla yankesici varmış. Biz çok şükür rastlamadık ama dikkat etmekte fayda var. Taktiklerini filan internette biraz araştırma ile bulabilirsiniz. Her şeye şüpheyle yaklaşın derim, yardım önerilerine ve polisin kimlik sormasına bile…
Metro kazılarından çıkan tarihi eserleri bu şekilde metronun içinde sergiliyorlar, ne güzel değil mi?
atina metro
atina metro
Akropol biletinizi aldınız, gördüğünüz gibi perforajlı yani bir sürü tırtıklı tırtıklı parçası var. Her biri farklı yerlerde geçiyor o yüzden kalan kısımları sakın atmayın.
atina – dionysos tiyatrosu
atina – Odeon of Herodes Atticus
Akropol gerçekten çok etkileyici, bir de tüm Atina’ya yukarıdan bakabildiğiniz bir yükselti yapmışlar bayrağı da dikmişler. Bizden milliyetçi olmasınlar…
atina parthenon
Akropol’den sonra Hephaistos tapınağına doğru indik. Burası çok iyi korunmuş bir tapınak. Demircilerin tanrısı Hephaistos’muş.
Hephaistos tapınağı’nın akropol’den görünüşü
Hephaistos tapınağı
Buranın devamında Stoa of Attalos denen yere gittik. Stoa Yunan mimarisinde bir sokak ya da agoranın yanında yer alan, üstü kapalı, sütunlu galerilere verilen admış (wikipedia). Buranın içindeki müzeyi gezdik.
Zeus Tapınağı
Sonra Akropol’den gözüken Zeus tapınağına yürüdük. Akropol biletiniz burada da geçiyor. Hava iyice ısınmıştı, hem gölgede kalmaya çalıştık hem de bu sağlam kalmış 3-4 sütundan tapınağın gerçek halini hayal etmeye uğraştık. Çok muhteşem olmalı.
zeus tapınağı
zeus tapınağı
zeus tapınağı giriş kapısı?
Sonrasında tapınağa çok da uzak olmayan yine cbs’de önerilen To Mavro Provato (Kara koyun) isimli restorana yürüdük. Yolda bu stadyumu gördük. Sonradan Wikipedi’den öğrendik neresi olduğunu:
Panathinaiko Stadyumu
Panathinaiko Stadyumu veya diğer bilinen adıyla Kallimarmaro (“Güzel mermerli” anlamına gelir. Yunan alfabesinde Καλλιμάρμαρο), Yunanistan’ın başkenti Atina’da yer alan stadyumdur. 1896’daki ilk Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan stadyum, alanındaki en eski yapılardan biri ve tamamı beyaz mermerden yapılan tek stadyumdur. 1906 Ara Olimpiyatları’nın düzenlendiği ana stadyum olmuş, 2004 Yaz Olimpiyatları’nda ise okçuluk müsabakaları ile maratonun bitiş kısmına ev sahipliği yapmıştır.
Atina şu açıdan çok ilginç geldi bize; bildiğin normal yaşam alanlarının, apartmanların alt katında restoranlar var. Bir yeri ararken birçok kez ulan buralarda da ne restoranı olur yanlış mı geldik acaba diye düşündüğüm oldu. Kara koyun da işte böyle bir sokak üzerinde. Atina’da sık yaşadığımız şey Yunan zannedilmek, o kadar benziyoruz ki birbirimize çoğu kez önümüze Yunanca menü bıraktılar. Burada da aynı şeyi yaşadık.
salata
Kara Koyun’da yediğimiz yemekler Yunanistan’da yediğimiz en iyi yemekler listesinde ilk üçe girer. Ama öğlenin yıldızı kağıtta kuzu oldu, böyle kokusuz böyle yumuşacık et yemedik.
Sahibi veya yöneticisi olduğunu tahmin ettiğimiz birisiyle konuştuk, çok sıcak ve içtendi. Güzel bir sohbet ettik. Yalnız aklınızda olsun, biz öğleden sonra gittiğimiz için yer bulabildik. Cumartesi cuma vb sakın rezervasyonsuz gitmeyin eli boş dönersiniz.
Bu tatilin yemek konusundaki en büyük yardımcısı csb oldu. Sitede Pire limanının orada çok başarılı iki balıkçı tavsiye edilmişti. Biz de pazar öğle yemeği gibi gidelim diye Pire’ye yola koyulduk. Metroya bindik Pire’de indik ondan sonra tabana kuvvet yürümeye başladık. Yalnız Pire çok tekin gelmedi bize, tipler filan biraz yamuk. Benim elimde telefona screenshot aldığım iki harita var başkaca da bir şey yok. Yürü Allah yürü yol bitmiyor. Acıktık, hava sıcaklığı arttı. Yürüdüğümüz yerler pazar olduğu için pazar günü Eminönü’nün arka sokakları gibi bomboş dükkanlar kapalı. Sanırım 1 saat yürüdük sonra bir otobüs durağına rastlayıp elemanlara sorunca tarifi aldık. İlk restoran Yperokeanio, yer yok dedi. Emre bayılacak açlıktan ve sıcaktan. Ben dedim diğeri de az şu ötede dayan. Oraya da yürüdük yer varmış çok şükür. Yalnız yerlilerin gittiği bir yer olduğundan İngilizce menü yok. İngilizce bilen garson da çok meşgul. Mekan çok kalabalık garsonlar koşturuyor. Anca bir 15-20 dakika sonra bize baktılar.
grek salata
balık kızartma
En son Rodos’da yedikten sonra ölüp bittiğim simi karidesine burada kavuştum. Bilmeyenler için Simi karidesi minnak karideslerin temizlenmeden pişirilmesiyle yapılıyor. Henüz kabukları sertleşmediği için çıtır çıtır yiyorsunuz.
simi karidesikalamarlar
patates püresi gibi bir şeydi sanki sarımsaklı 🙂
Hesabı hatırlamıyorum ama çok yüksek değildi. Mekanı bulabileceğinize inanıyorsanız tavsiye ederim. Manzara falan yok ama yemek muhteşem. İsim, adres;
Ilias
Adres: Leoforos Chatzikiriakou 104, Piraeus
O geceki yemeğimizi “O Tzitzikas&O Mermigkas” isimli mekanda yedik ama hiç beğenmedik kesinlikle tavsiye etmiyoruz. Yemek sonrası yine Monastraki tarafına gidip dolandık.
Naksos Kiklad’ların en büyüğü. En büyüğü olduğu için de yapılacak çok şey var. Tarihi yerlerini gezebilir, dağ köylerine çıkabilirsiniz bizim gibi ya da eğer seviyorsanız rüzgar sörfü ve kite surf için harika sahilleri var. Yapmasanız da gidip izleyebilirsiniz. Naksos, Yunan Adaları içinde kendi kendine yetebilen nadir adalardan. Su kaynakları var bu yüzden tarım ve hayvancılık mevcut. Ve yine bu sebepten güzel peynirleri var.
Burada vapurdan iner inmez ben bir köşede valizlerin başını bekledim eşim de gidip araç kiraladı. Nissan Micra ve 50 euro 🙂 Burada da merkezden 6 km uzaktaki Aya Anna isimli köye geçtik. Kalacak yer araştırması yaparken genç bir arkadaşın blogunda bahsettiği küçük ve temiz bir otel vardı, Artemis Hotel. Blogun ismini ne yazık ki şu an hatırlayamıyorum. Fiyatı da çok uygun olduğu için ,gecelik 45 euro, orayı tercih ettik. Hotel denize 2 dakika mesafede. Burada da deniz çok güzel ama fazla kalabalıktı. Sığ ve dibi kum ama tertemiz. Çocuklu bir aileyseniz rahat edersiniz.Daha çok Alman turistleri gördük diyebilirim.
portara
O akşam üstü güneşi batırmak için Portara denen antik yapının oraya gittik. Portara kapı demek, bu antik mekandan geriye bu kapı çerçevesi kaldığı için böyle isimlendirmişler.
portara Naksos
Mekan M.Ö 530 civarında tapınak olarak inşa edilmeye başlanmış fakat savaşlar yüzünden hiç bitirilememiş. Biz de çoğunluk gibi burada kayalara oturup romantizmin doruklarında güneşi batırdık.
portara naksos
O gece yemeğimizi adanın içine doğru bir meydandaki Fotis Greek Cuisine isimli yerde yedik. Hiç bilmeden girdiğimiz bu yerde yemekler fena değildi. Sonrasında da geceyi her yaz gecesinde olması gerektiği gibi dondurma ile sonlandırdık.
kitron
Ertesi gün hava kapalıydı biraz. Biz de dağ köylerini gezelim istedik.
naksos
İlk durağımız Halki köyü oldu. Sadece burada üretilen Kitron isimli likörü ile ünlü. Tahminimizin aksine likör, ağacın kavun büyüklüğündeki meyvelerinden değil de yapraklarından yapılıyor. Ağaçkavunu deniyormuş bu meyveye Türkçede. Minik üretim tesisini gezdik ve ekşi limon lezzetli bu içkinin tadına baktık. Daha ufak şişelerde satılsaydı mesela 10 cl gibi hediyelik olarak götürecektim.
kitron damıtım tesisi
Burada sokaklarda dolaşıp meydana limonata ile ferahladıktan sonra yolumuza Filoti köyüne doğru devam ettik. Filoti’nin en güzel özelliği köy meydanındaki muhteşem büyüklükteki ağaçlar ve onların altında oturma keyfi. Sıcak havada çok iyi geliyor.
Naksos’un tepeleri
Bir sonraki durağımız ise bir yamaca kurulu olan Apiranthos köyü oldu. Daracık sokakları ve mermer yolları ile insanı geçmişe götürüyor.
Apiranthos meydanıApiranthos meydanı
Açlığımızı Yunanca “horta” denen karışık ot haşlaması ve Naksos’a has peynirler ile bastırıyoruz. Yediğimiz mekanın adı Amorginos. Manzarası güzel özellikle balkonda oturursanız. Ana yemekleri tatmadığımız için fazla yorum yapamayacağım.
Apiranthos manzarahorta denen yeşilliklerNaksos peynileri
Sonrasında balıkçı köyü Moutsouna’ya devam ettik ama karnımız tok olduğu için orada sadece denize girdik. Ne yazık ki oranın fotoğrafını çekmemişim.
uzaktan moutsuna
O gece yemeğimizi labirent gibi sokakların arasında yer alan Vasilis isimli mekanda yedik. Ben Ahtapot stifado yani güveç yedim. Eşim tavuklu bir şey yedi ama sanırım çok beğenmemişti, tuzlu gelmişti. Ahtapot da idare ederdi.
grek salataahtapot güveçtavuklu bişi 🙂
Ertesi gün daha çok Aya Prokopis’te takıldık. Burası da sığ ve dalgasız bir kumsal. Aya Anna’dan çok bir farkı yoktu. Adanın bu tarafa bakan plajları hep bu şekilde.
naksos plajları
axiotissa
Akşam dönüşte resepsiyonda çalışan kızın tavsiye ettiği Axiotissa isimli restorana gittik. Sanırım akşam 7 civarı gittiğimiz için şanslıydık çünkü hep kalabalık olan bir yermiş. 9’a kadar yiyip kalkmak şartıyla oturabilirsiniz dediler. Bu restoranda birçok şey organikmiş.
börek
Ortaya patlıcanlı börek söyledik, eşim tas kebabı gibi bir şey söyledi bense fırında keçi sipariş ettim.
Girit tatilimizde bir iyi keçi yemeği vardı, bir de kötü demeyelim ama kokulu keçi yemeği vardı 🙂
keçiiii
Bu yüzden biraz risk almıştım diyebilirim ama yemek çok harika çıktı. Etler tel tel kemiğin üzerinden dökülüyordu ve koyun keçi yemeklerindeki o bildiğiniz koku yoktu. Bayıla bayıla yedik. Türkiye’de böyle keçi pişiren yer varsa lütfen paylaşın yorumlarda. Yanında da bir Yunan birası içtim. Tinos adasında üretilen Nissos birası. Bol şerbetçi otlu tadıyla keçinin yağlı tadını çok güzel kesti ve her yudumda damağımı temizledi. Bulabilirseniz tadına bakın mutlaka.
nisos bira
Bu adada Portara dışındaki tarihi yerlere pek uğramadık ama benim aklımın kaldığı bir şey var. İkisi Melanes’te ve biri de Apollonas’ta olmak üzere iki köyün yakınlarında devasa üç heykel varmış. Kouros deniyormuş bunlara. M.Ö 6. Yüzyıla dayanan bir geçmişleri var ve tanrı Dionysos’u simgeledikleri düşünülüyormuş.
naksos
Ertesi sabah diğer adaya geçmeden önce arabayı teslim edip valizleri de kiralama şirketine emanet edip eski şehrin içinde gezintiye çıktık.
naksos
Şehrin labirent gibi bir yapısı var. Bunun sebebi eskiden sürekli gerçekleşen korsan saldırılarından kaleyi korumak istemeleri.
naksos
Bir şekilde biz de kendimizi nasıl olduğunu bilmeden kalenin içinde bir yerde bulduk. Ayrılmadan önce liman ve Portara manzarasının fotoğraflarını çektik.
Burada sahilin dibinde bir pansiyonda kaldık. Adı Stella Hotel ama bence pansiyon 🙂 Folegandros ve Santorini’den sonra biraz gariban hissetmedik değil hani. Pansiyon sahilin dibinde ama bizim oda arkaya bakıyor. Yatak odası biraz küçük, eşyalar eski ama temiz diyebiliriz. Kısıtlı alanda her şeyi yapmaya çalışmışlar. Klima var, su ısıtıcısı var, saç kurutma makinesi bile vardı. Ufak bir sepette sallama çay ve kahve de vardı. Sahibi Stella Hanım araba kiralamak için de yardımcı olmak istedi ama ellerinde araba kalmamış. Sonrasında biz başka bir yerden bulduk.
paros’ta gün batımı
İlk gün adanın güneyindeki birkaç koyda denize girdik ama ne yazık ki o koyların ismini not almayı atlamışım. Yanlış hatırlamıyorsam Aliki plajına gitmiştik. Bir de kuzeydeki garip kaya formasyonlarının olduğu Kolimbitres’e de uğradık orası da ilginç tavsiye ederim.
naoussa
Paros’un meşhur balıkçı kasabası Naoussa’ya da gittik. Tüm seyahatimiz boyunca ilk kez deniz ürünü niyetiyle oturmuştuk ancak hayal kırıklığı ile kalktık. Eşim balık bakmaya içeri girdi sonra beş karış suratla döndü. Bir balığın gözü yok öbürlerinin de kafası yok dedi. Birçok kişi balığın tazeliğinin gözünden ve solungaç renginden anlaşıldığını bilir. Bunun üzerine ızgara ahtapot ve grek salata yiyip kalktık. Sanırım balığa bakmadan sipariş vermiştik yoksa kalkıp giderdik. Burada iki çift laf edelim, tüm Yunanistan gezilerimiz sırasında açık bir şekilde kazıklanmaya çalıştığımız tek yer burası oldu. Evet Santorini de margarinli yemeğe denk gelmiştik ama bayat balık kakalamaya çalışmak ondan daha aşağılık bir şey.
levantis
O gece Levantis isimli Restoran’da yemek yedik. Modern Yunan mutfağı diyebileceğim bir tarzları vardı. Ama ilginç bir şekilde bizim mutfaktan da bir şeyler almışlar. Menüde mantı ve patatesli gözleme de vardı. Mesela gördüğünüz şey daha sulu yoğurttan yapılmış cacık ama içinde nane ve dolmalık fıstık var.
levantis tavşan
Ben ana yemek olarak tavşan istedim, biraz kuruydu. Emre’nin yemeğiise fırında kuzuydu. O beğendi. Başlangıçlar da güzeldi.
Paros’ta Apollon Garden restoranına giden ara sokakta gençlerden oluşan bir müzik grubu çok güzel bir şarkı çalıyorlardı. İki gece üst üste oraya gidip aynı şarkıyı dinledik. Tahmin edersiniz ki bizim için bu tatilin şarkısı o oldu, yani Beirut’tan Postcards from Italy.
Apollon Garden Restoran tripadvisor’da yüksek puanlı yerler arasında ama bence çok da hak etmiyor. Biraz kalite fiyat dengesi iyi değil.
apollon garden restorankarides saganaki çok küçük porsiyon geldisucukakia yani sulu izmir köfte
Son gün Mikonos’a dönüş gemisi akşam altıdaydı ama biz kiralık arabamızı geri vermiştik. O gün için Paros’un hemen alt köşesinde kalan Antiparos adasına geçmeye karar verdik. Limandan tekneye bindik yarım saat sonra Antiparos’taydık. Ben ATV kiralayalım diye çok ısrar etsem de eşim sıkı pazarlık sonucu atv parasına araba kiralamayı başardı.
Vathis Volos
Bastık gaza adanın diğer tarafında Vathis Volos isimli ufak ıssız bir koy bulduk oranın tadını çıkardık. Bizim Mikonos’tan aldığımız şemsiye ve hasırlar orada Hakk’ın rahmetine kavuştu.
paros mağara
Sonrasında da dağın tepesine çıkıp Aya Ioannis mağarasına girdik. 17 Ağustos depreminden beri bu tip kapalı yerlere girmekten hazzetmem ama bu sefer korkmadım ve mağaraya girmeyi başardım. Çok etkileyici olduğunu söylemeliyim. Giderseniz mutlaka mağaraya uğrayın. Biz mağaraya girerken Türk birkaç aile de gelmişti. Bayram dolayısıyla Türklerin sayısı artmıştı.
Mağara dağın tepesinde olduğu için muhteşem bir manzarası var.
antiparos
Feribota binmeden önce Little Green Rocket’ta yemek yedik. Güzeldi tavsiye ederim ama çok kalabalık oluyor.
Dönüş
28 temmuzda Mikonos’a geri döndük. uçağımız ertesi gündü yani bayramın sondan bir önceki günü. Girit seyahatinden dilimiz yandığı için (okumak için buraya) dönüşü son güne bırakmadık. Havaalanında tuhaf bir durumla karşılaştık. Biz Atlasjetle gelmiştik fakat Mikonos’a Bora Jet de uçuyor. Bora Jet uçağın kalkış saatini öne almış fakat yolcularının bir kısmına sms göndermiş bir kısmına göndermemiş. Böyle olunca bazı yolcular açıkta kaldı. Telefonda kavgalar gürültüler bilmem neler… Bir sürü tantana. Sonunda o yolcular da bir şekilde bizim uçakla döndüler ama tatillerinin sonu tatsız oldu tabii.
Biraz maceralı olsa da çok keyif aldığımız bir tatil oldu diyebilirim.
Yine yavaş gemiyle Santorini’ye geçtik. Pek çoğunuz bu adanın ismini duymuştur. Denize bakan muhteşem sonsuzluk havuzu fotoğrafları ile aklımda yer eden bir ada oldu burası. Benim takıntım sonsuzluk havuzları, gerçekten çok seviyorum ama yüksek sezonda böyle havuzlu yerde kalmak bütçemizi inanılmaz aşıyordu ama bir şekilde havuz olmasa da harika manzaralı bir yerde kalmayı başardık.
verandamızdan gün batımı
Kaldığımız yerin adı Villa Lukas. Manzara muhteşem, yan odayla paylaşımlı olsa da harika bir verandası var. Odanın içi temiz, ufak bir mutfağımsı köşesi var. İçi verdiğiniz fiyata değmiyor ama manzara değiyor.
verandamız sis altında
Burada kaldığımız her gün yan odada farklı bir Uzak doğulu kaldı. Sanırım çoğu Çinliydi. Otel sahibiyle konuştuğumuzda Çinlilerin her gün farklı bir otelde kaldığını ve buna anlam veremediğini söyledi. Yani Santorini içinde bile her gün farklı bir yerde kalıyorlarmış. Bu arada otel sahibi bir daha gelecek olursanız beni arayın booking.com’dan daha ucuz fiyat veririm diye bize söyledi. Belki kaldığımız yeri beğenen olur sizin aklınızda olsun.
verandamızdan gün batımı
Santorini de üç büyük köy var Fira, İmerovigli ve Oia. Santorini bir volkanın kraterinin çöküp içine su dolması ile oluştuğu için bu üç köy de kraterin iç tarafına yani caldera dedikleri yere bakıyor ve yine bu nedenle 3’ü de denize tepeden bakıyor.
lüks oteller
Fira’nın aşağısında Cruise gemilerinin yanaştığı yer var. Oradan eşeklerle veya merdivenden kendiniz veya teleferikle yukarı Fira’ya çıkabilirsiniz.
verandamızdan manzara
Fira’dan sonra İmerovigli var. Bizim kaldığımız yer bu köydeydi. Burada ve Fira’da güneş denize batmıyor. Güneşin denize batışını görmeniz için Oia köyünün en sonuna yel değirmeninin oraya gitmeniz gerek. Biz gün batımını hep verandadan seyrettik. Oia dediğimiz yeri mavi kubbeli kiliselerin ve boy boy kilise çanlarının fotoğraflarından belki hatırlarsınız.
red beach
Santorini deniz açısından bizi memnun etmedi. Red Beach denilen yere gittik dalgalar çok büyüktü o yüzden denize giremedik. Başka plaj da aramadık çünkü ben biraz hasta gibiydim o gün. Akşam kaldığımız yerin dibindeki Avocado isimli mekanda yedik orta karardı diyebilirim.
oia, santorini
Ertesi sabah Oia (iya diye okunuyor) gidelim dedik. Erkenden gitmemize rağmen temmuz sıcağında rüzgar girmeyen dar sokaklarda bana fenalıklar geldi. Saat 11.30 civarı cruise gemileriyle turistler de gelmeye başlayınca iyice çekilmez oldu. Kendimizi pansiyona zor attık.
yellow donkey biraanogi kalamar
Öğlen yemek için Anogi’ye gittik. İdare ederdi diyebilirim. Yemekteki en keyifli şey Yellow Donkey birasıydı. Ekmeksi malt aromasıyla çok doygun ve orta karar şebetçi otuyla güzel dengeli bir biraydı. Ne yazık ki Red Donkey’i Yellow kadar beğenmedim. Bira yorumları için başka bir sayfa açacağım galiba sitede 🙂
grek salata ve peynir saganaki
O gece akşam yemeği için Fira’daki Naoussa’ya gittik. Buradaki yemekleri pek beğenmedik. Salata filan idare ederdi ancak margarinle yapılmış patates püresi üzerinde tas kebabı gelince biraz midem bulandı. Burası biraz manzara satan bir yer tavsiye etmiyoruz.
fira, santorinifira, santorini’den gün batımı
Paros’a geçişimizin başı da biraz işkence gibi oldu çünkü feribot kalkış yeri inanılmaz sıcak. Ya güneşin altında bekleyeceksiniz ya da hınca hınç dolmuş kafelerde yer açılsın da oturayım diye bekleyeceksiniz. Üstüne bir de feribot geldiğinde güneşin alnında sıraya girip binmek için 30 dakika bekleyeceksiniz. Off anlatırken bile bayılacak gibi oldum.
denizden fira
Velhasıl Santorini manzarasıyla bizi büyüledi ama deniziyle etkileyemedi. Bir daha gitmeyiz diyeceğimiz adalardan biri oldu burası.
Bu küçücük ve dağlık adaya akşam sekiz civarı vardık. Otel sahibi bizi arabayla aldı. Burada 3 gece konaklayacaktık ilk gece uygun fiyatlı bir yerde 2 gece de benim ilk görüşte aşık olduğum otelde. Ada o kadar küçük ki, 3 tane köyü var. Biri limanın olduğu yer Karavostasi, diğeri Hora yani merkez, diğeri de Ano Meria. Bunun dışında her yer dağ tepe. Hora bir uçurumun kenarına kurulmuş muhteşem bir manzaraya sahip.
folegandros
Adaya su dışarıdan geliyor bu yüzden tasarruflu kullanın dediler. Ada dağlık olduğu için çok eski yıllarda ekim dikim yapabilmek için taraçalandırma yapmışlar. Hala o eski taraçaları görebiliyorsunuz. Rüzgar Çeşme’nin rüzgarı gibi kuzeyden deli deli esiyor.
İlk gecemizde küçük meydandaki Melissa Restoranda yedik.
Matsata ismi verilen aslında tavşanla yapılan erişteli bir yemekleri var çok meşhur. Zamanla varyasyonlarını da yapmışlar. Etli, tavşanlı tavuklu vb. Biz dana etli olanını tercih ettik. Lezzetliydi tavsiye ederiz.
karpuzeniabir yunan klasiği musakka
Bir de karpuzania denilen karpuz tatlısı yedik. Fena değildi ama bir daha tadını arayacağımız gibi de değildi. O gece pansiyona gitmeden önce eşime dedim ki gel şu kalacağımız diğer otele uğrayalım odamızı soralım. Neden dedi, dedim belki rezervasyonda bir sıkıntı vardır. Boşver dedi yarın sabah görürüz durumumuzu. Gördük durumumuzu. 🙂
Olayı başa sarayım şimdi. Folegandros’ta çok güzel butik bir otel var adı Anemomilos Apartments. Anemo rüzgar milos ise değirmen demek. Buraya biz aşık olduk. İnternet sitesine girdim nereden rezervasyon yapıldığını bulamadım. Sonra google’a anemomilos reservation filan yazdım bir site çıktı ordan rezervasyon yaptım. Burası dışındaki tüm rezervasyonlar booking.com ile yapıldı. Şimdi otele giriş anımıza dönelim.
Biz elimizde rezervasyon mailimizle otele gittik. Adımızı söyledik. Kadın Türkçe konuşmaya başladı birden 🙂 ama dediği şey şuydu rezervasyonunuz yok. Nasıl yok ama elimizde kağıtlar var. İşte buyrun. Kadın yani Cornelia biz internetten rezervasyon almıyoruz telefonla alıyoruz dedi. Birisi sizi dolandırmış olabilir dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü ağlamaya başladım.
Eşim bankayı aradı aksi gibi tam otelin tutarı kadar bir para bloke edilmiş kartımızda. Ama şöyle bir durum da var, Santorini’deki otel ile burada kalışımızın tutarları aynı. Booking.com’u aradık, Cornelia Santorini’yi aradı bize yardımcı olabilmek için oradaki otelle konuştu.
Bu sırada da Cornelia bize kendisinden bahsetti. Burgazada’da yaşıyorlarmış eskiden. Annesini çağırdı, anane çok güzel türkçe konuşuyor ama benim beynim yanmış vaziyette ananeye ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Anane bizi kovdular dedi en çok o lafı içime oturdu. Kafam o kadar allak bullaktı ki neden kovdular diye bile soramadım.
Bu sırada resepsiyondaki kadının kızı sanırım adı Diana’ydı, telefonda bağıra çağıra yanımıza geldi, birileriyle deli gibi kavga ediyordu. Sonra olaylar birden çözüldü. Bizim bloke Santorini’deki otele aitti. Rezervasyon yaptığımız site ise gerçekten otele aitmiş ama daha yapım aşamasındaymış, otel sahipleri internete açmayın dediği halde açmışlar ve ben de onu bulup rezervasyon yapmayı başarmışım 🙂
Daha da güzeli şansımıza otelde yerleri varmış. Bu hengameden sonra odamıza yerleştik ve keyfini çıkardık. Hatta deli gibi fotoğraf çektik.
folegandros
Biz havuz başında otururken Türk bir bey geldi. İsmini şimdi hatırlayamıyorum ama Emir veya Ersin diyesim geliyor. E ile başladığına emin gibiyim. 80’lerden beri bu adaya gelip tek başına trekking yaparmış. Artık bu ada bile bilinir oldu popülerleşmeye başladı dedi. Sanırım bozulmasından korkuyor. Haklı olabilir ama ulaşım olanakları sınırlı olduğu için bozulma yavaş olacaktır. Diğer adalardaki gibi havaalanı burada yok çünkü çok dağlık. Bu arada adada bizden başka bir de bebekli bir türk aile gördük. İyi cesaret dedim kendi içimden, küçük çocukla sağlık hizmetleri kısıtlı yere gelmek diye.
kendi özel terasımızdan manzarafolegandros kilise
Adanın bence alameti farikası en yüksek yerine konuçlanmış olan Panagia kilisesi, yılankavi yolu ve bembeyaz duvarları ile her fotoğrafçının defalarca fotoğraflamak isteyeceği bir güzelliğe sahip.
kilise yolundan hora
Ben diğer sabah eşim istirahat ederken önce köyün içini dolaştım sonra da kiliseye giden yolu tırmandım ve manzarayı fotoğrafladım.
Akşam To Spitiko isimli mekanında yedik ama çok etkilenmedik. Ertesi sabah denize girmek için otobüse binip Agali plajına gittik. Agali Yunanca sarılmak demek yanılmıyorsam, bu isim de koyun şeklinden ötürü verilmiş. Bu adada araba kiralamak gereksiz çünkü gidilecek yerlere arabayla gidilmiyor bir şekilde yürümeniz gerek veya ufak deniz motorları ile gidiliyor. Belki ATV kiralarsanız olabilir.
odamızdan gün batımı
Plajda gölgede oturduğumuz halde eşimi sıcak çarptı günümüz zehir oldu. Araba da olmadığı için bir sonraki otobüsü zor bekledik. Aslında hayalim Ersin Bey gibi trekking ile ufak küçük koylara gitmekti. Adada trekking için bir sürü patika yol var, bunları keşfetmek çok keyifli olacaktır. Sonra eşimle anlaştık vakit olunca bir daha geleceğiz bu adaya ve bol bol yürüyeceğiz.
odamızdan manzara
Ertesi sabah nefis manzara karşısındaki nefis kahvaltıdan sonra Santorini’ye gitmek için limana hareket ettik.
otelden manzara
Diana ve Cornelia’ya çok teşekkür ederim o kadar karışıklık oldu ama bize çok yardımcı oldular. Vaktiniz ve imkanınız varsa gidin kalın, özellikle değişik bir balayı oteli arıyorsanız tavsiye ederim. Bu tatilden bir yıl sonra Amerika’ya gittik ve orada tanıştığım Rum asılı ev sahibimizle konuşurken tatilimizi anlattım, çok küçük bir adada çok güzel bir otelde kaldık dedim meğer onlar eşiyle balayına bu otele gelmişler. Dünya küçük…
13 Temmuz 2014 Pazar günü Atlas Jet ile Mikonos’a uçtuk. Kalacağımız yer küçücük bir pansiyondu. Mikonos için araba kiralamayı planlamamıştık aslında. Plajlara hep otobüs olduğunu okuduğum için otobüsle gideriz demiştim. Sonuçta ikisinin karışımı bir şey yaptık. Ama bu seyahatin genelinde araç kiralama konusunda evdeki hesap çarşıya uymadı. Yüksek sezon sebebiyle 50 eurodan aşağıya araç kiralayamadık.
Havalimanında kaldığımız pansiyon sahibesi konuşkan Anna Hanım bizi arabasıyla karşıladı. Kaldığımız pansiyonun adı Evagelia’s Place. Ornos denen koyun dibinde. Temiz tertipli bir yerdi ama bütçeniz bizim gibi düşük değilse tavsiye etmem. Biz sadece yatmayı düşündüğümüz için pek özellik aramadık. Güzel yerleri Folegandros ve Santorini’ye sakladık.
İlk gecemizde otobüsle merkeze indik aman Allahım ne kalabalık. Bir ara meydandaki kahvede Dünya kupasına göz attık. Yemeğimizi merkezdeki bir İtalyan restoranı olan Catari’de yedik. Güzeldi ama pahalıydı. Gittiğimiz şehirlerin meydanlarında bira içme geleneğimizi burada da sürdürdük. Ertesi geceki yemek için Bakalo isimli mekana yer ayırttık. İyi mekanlarda rezervasyonuz yer bulmak çok zor aklınızda olsun.
Mikonos’da çok fazla İtalyan gördük. Adaları Avrupalılar aralarında bölüşmüş gibi. Mikonos’ta İtalyanlar, Küçük Kikladlar’da İskandinavlar, Naksos’ta Almanlar…
Ertesi sabah otobüsle merkeze indik. Birkaç kiralama şirketini dolaştık ama 50 eurodan aşağıya araç bulamadık. Sonra bir amcanın dükkanına girdik. Elimde güzel bir jipim var dedi Ford marka fiyatı 50 euro, isterseniz Nissan Micra da kiralarım ama o da 50 euro dedi. Bu arada eşini aradı, kadının anneannesi Türkmüş kadın bir koşu geldi iki üç kelime Türkçe konuştu. Urla’danız biz dedi. Ben de ti kanete kalimera filan patlattım. Sonunda jipi 50 euroya kiraladık. İlk anda ulan yanlış mı yaptık filan dedik ama sonra hem çok rahat ettik hem de diğer adalarda bundan daha kötü arabalara 50 euro bayıldık. İlk işimiz bir marketten hasır ve şemsiye almak oldu. Tatil boyunca kullanacak sonrasında da atacaktık, ki öyle oldu.
İlk önce gezinirken tepeden gördüğümüz Ftelia sahiline gittik. Burası adanın kuzeyinde ve çok rüzgar alıyor. Bu yüzden dalgalı biraz da yosun var gibi. Ama su çok ılıktı o yüzden yine de keyif aldım.
Fokos beach
Sonrasında methini çok duyduğum Fokos plajına gittik. Adanın kuzeyinde dolambaçlı yollardan gidilen bir koy. Sular tertemiz ve deniz durgun. Öğlen yemeğimizi de burdaki Fokos Taverna’da yedik. Yemekler güzeldi ama biraz bir an önce yiyin de gidin yer açılsın zihniyetini gördüğüm için bu mekanı pek övemeyeceğim.
Bakalo
Akşam yemeğe giderken arabayı almadık çünkü hem içki içecektik hem de araba için park yeri bulmak bir zulüm. Bakalo’da güzel yemekler yedik. Mikonos pahalı bir ada o geceki yemeğimiz de İstanbul’da orta üstü bir restoranda yemeğimize benzer tuttu. Ama mekanı tavsiye ederiz.
Bakalo’da kalamar
Ertesi gün adanın güneyindeki plajları keşfe çıktık. Paradise ve Super Paradise gibi pahalı mekanlara hiç uğramadık. Dedik ya şemsiye hasır hazır diye 🙂
Agrari Beach
İlk olarak Agrari Plajına gittik. Gayet sakin ve güzel bir denizi vardı. Sanırım en çok burayı beğendim. Sonra Elia plajı ile devam ettik. Çok güzeldi, turkuaz renkli suları vardı ve dibi kumdu.
Elia Beach
Oradan Kalo Livadi’ye geçtik. Orası da aynı Elia gibi.
Kalafati plajı
Bu üçünü tavsiye ederim. Yolun devamında Kalafati plajına da uğradık. Burası daha rüzgarlı ve hafif dalgalı bir plaj. Sanırım daha çok rüzgar sörfçüleri tercih ediyor. Plajın güzelliği gölgesinde oturabileceğiniz ağaçlar olması.
Mikonos’ta Gün batımı
Gün batımını yel değirmenlerinin orada geçirdik ve sonrasında ara sokaklarda fotoğraf çektik.
Mikonos kedisi
Ertesi sabah Anna bizi limana bıraktı. 11.30 feribotuyla, ama aslında çok büyük bir gemi desem daha doğru olur, Naksos yolculuğumuza başladık. Yunanistan’da deniz yolculuğu için iki hız alternatifiniz oluyor. Büyük ve yavaş gemiler ve Seajet diye geçen katamaran tarzı hızlı gemiler. Tabii ki hızlı olan daha pahalı. Biz de tercihimizi hep ucuz olandan yana kullandık 🙂
Yunan Adaları’na olan sevgimiz Kos ve Rodos ile başladı, Girit ve Sakız ile devam etti. 2014 yazında ise en büyük adalar turumuzu yaptık. 15 gün içinde 5 ada (Anti Paros da sayılırsa 6) gezerek iyi bir rekor kırdığımızı düşünüyorum. Gezdiğimiz bu adalar Ege Denizi’nde bulunan Kiklad Takım adasının içinde yer alıyor. Bu adalara Kiklad denmesinin sebebi tüm adaların tek bir ada, yani Delos, etrafında toplanmış gibi gözükmesi. Yunan mitolojisi ile bağlantıyı da kiklop yani tek gözlü devlere benzeterek yapmışlar. Kikladlar 220 Adadan oluşuyor ama çoğunda yerleşim yok. En bilinenleri 21 tane; Amorgos, Anafi, Andros, Antiparos, Delos, Eschati, Ios, Kea, Kimolos, Kythnos, Milos, Mykonos, Naxos, Paros, Folegandros, Serifos, Sifnos, Sikinos, Syros, Tinos ve Santorini. Hepsi birbirinden güzel olduğu için tatil programını yaparken çok zorlandım. 21 adadan hangilerini seçecektim?
worldatlas.com’dan alınmıştır
Atina aktarmalı gitmek istemediğimiz için Mikonos’a uçmamız gerekiyordu. Bu ada cepteydi. Dönüşü de buradan yapacağımız için son günümüzde yine bu adada olmamız gerekiyordu. Her adanın fotoğraflarına baktım, sahillerini ve yapılacak aktivitelerini inceledim. Oraya kadar gitmişken Santorini’yi görmesek olmazdı. Onu da cebime koydum. Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum ama Folegandros diye bir adanın var olduğunu okudum. Tripadvisor’dan girdim en iyi otellerine baktım ve bam aşık oldum. Neden aşık olduğumu yazının ilerleyen satırlarında göreceksiniz. Kalan günlerimiz için de Paros ve Naksos adalarını seçtik. Seçtik diyorum çünkü ben aslında Naksos’u pek istememiştim ama eşim ısrar etmişti. Fakat sonrasında ben de çok beğendim ve iyi ki eklemişiz dedim.
İos
Tüm bu süreç boyunca aslında en çok görmek istediğim ada Milos oldu. Ama ne yazık ki uygun gemi kombinasyonunu yaratamadım. Adaları seçtikten sonra tekrar oturdum bilgisayarın başına. 15 gün içinde en optimum şekilde bu 5 adayı nasıl ziyaret ederiz diyerek Yunan feribotlarının hareket takvimlerinin olduğu siteyi açtım. Benim kullandığım sitenin adresi bu:
Sanırım bu çalışma sürecinde 15 alternatif yaratmışım. 8 tanesi Milos’u içeriyor diğer yedisi Milos’suz. Milos’u neden bu kadar beğendin derseniz sahillerinin çok güzel olduğunu söylerim. Fotoğraflardan inanılmaz etkilenmiştim. Milos dışında Kikladlarda görülmeye değer Küçük Kikladlar olarak alınan bir ada grubu daha var. Bunlar Schinousa, Iraklia, Dounousa ve Koufonissi. Bu adalar hem çok kalabalık değil, hem mükemmel sahillere sahipler hem de dalış için ideal. Kalma olanakları sınırlı, araba kiralama pek yok sağa sola hep yürüyerek gitmeniz gereken adalar. Mikonos ve Santorini’nin zıttı diyebiliriz. Zamanımız olursa ileride onları da görmek istiyorum. Bir de Mikonos gibi gece eğlencelerinin çok meşhur olduğu bir ada olan İos var. Bizim o taraklarda pek bezimiz olmadığından İos’yu geziye katmadık. Ama siz düşünebilirsiniz.
Feribot seferlerini inceleyip her adada kalacağımız gün sayısını belirledikten sonra sıra geldi otellere. Temmuz ayında gideceğimiz için ve temmuz da yüksek sezon olduğu için bazı yerlerde uygun fiyatlı otel bulmakta zorlandım ama sonunda bir plan oluşturabildim. Mikonos, Naksos ve Paros’ta hep ucuz yerlerde konakladık. Santorini ve Folegandros ise pahalıya geldi. Gelelim tatilimizin detaylarına.
Ah bir de her tatilimizin bir şarkısı yok ama bu tatilimizin şarkısı aşağıda. Yazıları okurken dinlerseniz hoş olabilir. Belki feribotta rüzgarın saçlarınızı karıştırdığını bile hayal edersiniz… Neden olmasın?
Barselona için yine airbnb’den yer ayarlamıştım. Evimiz Gracia mahallesindeydi. Metro 2 dklık yürüme mesafesinde olduğu için birçok yere ulaşım rahat. Bu evi bulmamız maceralı oldu diyebilirim. Evin adresini navigasyona girdik ve sorunsuz bir şekilde evin olduğu sokağa vardık. Sitede evin merkezi olduğu yazıyordu ancak mahalle şehrin dışında, zenginlerin oturduğu 2 katlı evlerden oluşuyor gibiydi. Sokak boyunca 13 numaralı evi aradık ama tuhaftır ki sokakta 13 numara yoktu. Bu saçmalığın üzerine ev sahibimizi aradık ve durumu anlattık. Etrafımızda gördüğümüz şeyleri ve tabelaları okumamızı rica ettiklerinde aslında yanlış yerde olduğumuzu anladık. Aynı sokaktan 2 tane vardı ve biz yanlış olana gelmiştik. Saat 5’ti ve 6’da arabayı havalimanına bırakmak gerekecekti. Ne yapalım derken risk alıp ev sahibinin bize yeni verdiği sokak ismi ile navigasyon sayesinde buluşmayı başardık. Eve eşyaları çıkardığımızda 5 buçuk olmuştu bile. Beyler arabayı alıp havalimanına gittiler biz de yine evde takıldık.
La Paradeta
Beylerin dönmesi 7 buçuğu buldu, hızla ilk yemeğimiz için kendimizi dışarı attık. İlk tercihimiz birkaç şubesi olan La Paradeta oldu. Burası bir deniz ürünleri restoranı. Girişte sizi ürünlerin durduğu bir tezgah karşılıyor. Burada yiyeceklerinizi seçiyor, bardan da içeceklerinizi aldıktan sonra ödemenizi yapıyorsunuz. Sonrasında size verilen sıra numarası anons edildikçe hazırlanmış olan yemeklerinizi teslim alıyorsunuz.
Istakozda kampanyaaa
Karides, istiridye ne ararsan var!
Biz 3 dakika boyunca tezgahın karşısında kitlendik kaldık, ne sipariş edeceğimizi bilemedik. 3 tarafı denizlerle çevrili ülkeden gelip de apışıp kalmak komik bir durum.
Karides ve bebek ahtapotlarIstakoz
Sonunda 2şer karides, mini ahtopot, mini kalamar, bir ıstakoz, bir demet sülünez :)), salata ve şaraptan oluşan siparişimizi verdik. Şimdi keşke yengeç de yeseymişiz diyorum. Yabancı olduğumuz için sıra numaramızın ingilizce okunacağını söylediler ancak öyle bir şey olmadı fakat biz okunan numaralardan sayıları benzeterek tahmin edip doğru zamanlamayı tutturduk. 🙂
Gözlerdeki bu mutluluğa paha biçilemez
Tüm bu güzel şeylere 4 kişi 75 euro ödedik.Bir şişe de şarap içtik. Dördümüz de ilk kez ıstakoz yedik, gayet lezzetli bulduk. Mini kalamarı Kos’ta da yediğimden her ne kadar oradaki tadın biraz gerisinde kalsa da beğendim. Sülünez bizim burda balık yemidir, bizce balık yemi olarak kalsa da olur, aşırı bir lezzet bulamadık. Ancak sülünezin tezgahta dururken garson kadın dokunduğunda kabuğunun içine çekilişini hiç unutmayacağım.
Hesap lütfen
Akşamları çok sıra oluyor, 7 buçuk gibi gelmeye çalışın. Birden fazla şubesi olduğu için internetten size yakın olanın adresine bakabilirsiniz gitmeden.
Yemek çıkışında La Sagrada Familia’ya uğradık, gece vakti hem güzel hem de ürkütücü gözüküyordu.
Sagrada De Familia
Sabah kahvaltısını yine marketten aldıklarımızla evimizde yaptık. Canı çay çeken Saygıncım bir paket english breakfast tea’yi de kapmış. Hepimiz her sabah birer bardak çay içtik sayesinde 🙂
İlk günümüzde Plaza Catalunya’ya gittik. Alışveriş yapacaksanız kıyafet vb. buralar adı duyulmuş mağazalarla dolu. Devasa bir El Corte Ingles var. Burası Boyner gibi bir mağaza. Adını uzun uzun söylemek yerine tüm tatil boyunca Boyner diye bahsettik kendisinden 🙂 Akşam yemeği için çook uzun uğraşlarla bulduğum bir yere gittik. Emre çok yorgun olduğundan mekan da biraz uzakta olduğundan gitmekte tereddüt ettik. Üstelik günlerden cuma olduğu için yer bulma ihtimalimiz de düşüktü.
Ama iyi ki gitmişiz çünkü hayatımda yediğim en güzel yemekleri orada yedim. Rezervasyon olmadığından15-20 dakika kadar bekledik, başka bir yere gitmeye de zaten gücümüz kalmamıştı. 🙂 Sonrasında bizi barda yan yana oturttular. Mekan küçük bu nedenle bar tipi yerleşim verimli olmuş.
Gazpacho
Yemeğe ben soğuk çorba gazpacho ile başladım. Bardakta veya kasede alabiliyorsunuz. İnanılmaz lezzetli bir şey. Etrafı buzlarla kaplı bir küpün içinde duruyor normalde, siz isteyince oradan dolduruveriyorlar.
Azıcık tırtıklanmış patatas bravas ve pan con tomate
İkinci yemek patatas bravas oldu. Bu her tapasçıdan olan bir çeşit. Kızarmış patates üzerinde domatesli bir sos oluyor genelde. Burada farklı beyaz bir sosla servis edilmişti yanılmıyorsam mayonez ve sarımsak karışımı olan “aioli”. Hayatımda yediğim en güzel patatesti. Acısı falan yerinde çıtırlığı kararında… Üzerine pan con tomate geldi. Aslında bildiğiniz ekmek üstü domates sos gibi bir şey ama hem porsiyon boyutu hem de o domates tadı moda tabirle yıkılıyordu!
karamelize soğanlı ahtapot
Üzerine karamelize soğanlı ahtapot geldi. O da gayet nefisti ama diğerleri 10’sa o 8 puan alırdı. Bu seyahatte hiç yemediğimiz şeyleri yeme çabamız olduğunda tavşan pirzola da söyledik, e tavşan küçük hayvan, doğal olarak kaburgaları da küçük, kibrit kalınlığındaki kemiklerin etrafını kemirdik diyebilirim. Tadı nasıldı derseniz daha aşağı sıralarda yer alır.
Tavşan kaburgası
Sıradaki yemeğimiz kaz ciğeri, ilk duyduğu andan itibaren bunu merak eden Saygıncımın yüzü güldü sonunda. Bizim de güldü çünkü gerçekten beklemediğim kadar lezzetliydi. Aynı anda hem tatlı hem de tuzlu gibi, içi yumuşak dışı karamelize nefis bir tat.
Kaz ciğeri
Ben aslında “bomba” denilen köftelerinin de çok meşhur olduğunu duymuştum ancak içinde domuz eti olduğunu öğrenince ondan sipariş etmedik. Siz giderseniz deneyebilirsiniz.
Bu kadar harika yemeği yiyince Saygıncım garsonu çağırdı ve dedi ki; biz buradaki her şeyi çok beğendik bize “buradan şu yemeği yemeden gitme diyebileceğiniz bir şey var mı?” (tabii bir de bu cümlenin İngilizcesini hayal edin. :))
soya soslu ton balığı
Bunun üzerine soya soslu ton balığı ve kuru fasulyeli kalamar geldi. (evet kurufasulye). Özellikle ton balığı kusursuzdu, çiğ balık olmasına rağmen…
kuru fasulyeli kalamar
Kurufasulye ile kalamar da gayet uyumluydu onu da beğendik ama ton balığını geçemez.
Tatlı faslını da geniş tuttuk ve çeşit çeşit şey söyledik. Mekanın belki de en güzel yönü bizi kazıklamaya uğraşmaması oldu. Tatlı sipariş ederken Saygıncım biraz coşunca adam bu çok fazla deyip yanaklarını şişirip şişko olursun gibilerinden bir hareket yaptı. Başka yerlerde sizi yiyebileceğinizden fazlasını söylediğinizde uyarmazlar.
Crema Catalana
Tatlılardan en akılda kalanı Crema Catalana oldu. Krem bruleye benziyor diyebilirim.
Tap de Cadaqués
Diğerleri çeşitli küçük kekler, trüf çikolata ve Tap de Cadaqués denilen kahveli romlu süt içinde kek şeklindeki bir tatlıydı. Tüm yemek 101.50 euro tuttu. Her kuruşunu hak ettiler.
Çikolatalar
Mekan; Paco Meralgo adres; C/ Muntaner, 171 08036 Barcelona
Ertesi sabah eşim Emre biraz hasta uyandı, boğazı batıyor gibiydi. Bu yüzden bir eczaneye uğrayıp tantum benzeri bir ürün sorduk, ama kadında ingilizce yok bizde ispanyolca yok. Antiseptik dedik boğazımızı gösterdik, kadın durdu “haaa antiseptiko” dedi ve boğazını göstererek yutkununca anlaşmayı başardık.
yine deniz ürünleri
Çeşit çeşit mantar
Günün devamında marketlerin marketi La Boqueria’ya uğradık. Renk renk tezgahların arasında dolandıktan sonra önce hazır meyve salatalarından aldık, sonra egzotik meyve satan tezgahlardan, liçi, dragon fruit, passion fruit vb alıp yakınlardaki bir parkta lüplettik.
MeyvelerKaz ciğeri
Günün devamında deniz kıyısındaki alışveriş merkezine uğradık. Eşim ve ben kahve içip dinlenirken Saygın ve Sümeyra biraz alışveriş yaptı.
BarcelonaHerkeste aynı pozdan var bence…
Bu sırada öğlen yemeği için sandviççiye akşam da meşhur tapasçı Quimet&Quimet’e gideriz diye düşünmüştüm ama notlarıma bakarken tapasçının cumartesi 4’e kadar açık olduğunu görünce öğlen için dümeni buraya çevirdik.
Quimet&Quimet
Buradaki tapasları da genel olarak beğendik ama hem mekanın kalabalık olması hem de sıcağın etkisi ve ayakta yemek zorunda olduğumuz için istediğimiz keyfi alamadık.
Buradaki favorimiz karidesli tapas oldu (fotoda gördüğünüz).
Ben peynirli somonlu ballı tapas’ı da beğendim.
Turuncular deniz kestanesi
Deniz kestaneli bir tapas da denedim ama tadını çok ayıramadım.
Quimet&Quimet
Bir de burada meşhur olduğu için vermut içtik ama çok tatlı geldi hoşumuza gitmedi. Sonrasında buğday birasına geçtik. 🙂
Casa Batlló
Yemek sonrası Casa Mila ve Casa Batllo’yu gördük.
Casa Mila
Akşam yemeği için La Pepita’yı tercih ettik. Yemekler güzel olsa da Paco Meralgo’yu geçemedi. Ama yine de öneririz. Rezervasyonsuz zor yer bulunuyor aklınızda olsun. Ana yemekleri fotoğraflamayı unutmuşum !!
BaşlangıçlarTatlılar
Buradan çıkışta son gecemizi bira ile noktalayalım diyerek hemen yan sokaktaki La Cervesera Artesana isimli butik bira mekanına geçtik. Diğerleri mekanın biralarından içerken ben Kwak içmeyi tercih ettim.
Genel olarak memnun olduğumuz bir tatildi. Güzel yemek seçimleri yaptık diyebiliriz. Belki daha az şehir ziyaret etsek daha da verimli gezebilirdik. Umarım bir kez daha bu güzel yerleri görme şansımız olur.